Hayatımızda hem yazılı hem de yazılı olmayan bir çok kural var. Yaşamımız boyunca bu kuralların baskısını üzerimizde hissederiz. Peki ya bu kurallar hayatımızda olmasaydı? Bu kurallara uymak zorunda olmasaydık, neler olurdu? Hayatımız olumlu yönde mi etkilenirdi, yoksa bir kaosa mı sürüklenirdik?
Trafik kurallarından başlayalım. Dünya üzerinde araçların ve yayaların olduğu her yerde ortak trafik kuralları vardır. Örneğin kırmızı ışıkta durup yeşil ışıkta geçmek gibi. Ya da yaya geçidinde yayaların geçiş üstünlüğü olması gibi. Tüm bu kuralların ortadan kalktığını düşünün. Karşıdan karşıya geçmek bile eziyet olurdu. Aracınla yola çıkmak çok tehlikeli bir aktiviteye dönüşebilirdi. Hasta taşıyan ambulansların, yangına yetişmeye çalışan itfaiyelerin yol üstünlükleri olmadığında neler olurdu? Tam bir kaos gibi görünüyor. Trafik kurallarına kesinlikle ihtiyacımız olduğuna inanıyorum.
Ofsayt kuralından herkes nefret eder. Peki futboldaki kuralları kaldırsaydık? Çok zevksiz bir oyuna dönüşürdü değil mi? Bir anlamı, amacı kalmazdı. Kuralsız bir satranç olur muydu? Tabi ki de hayır. Demek ki bu konuda da kurallara ihtiyacımız var. Bir şeyleri oluştururken önce kurallarını belirleriz oluşturmanın temeli kurallar koymaktır. Tıpkı görgü kuralları gibi. Bir konuşmada teşekkür etmek, özür dilemek iletişim kurallarıdır. Sıraya girmek, çöpleri çöp kutularına atmak, yüksek sesle konuşmamak vb. bunların hepsi hem kendi hayatımıza hem de diğer bireylere daha iyi bir yaşam sunmak için yaptığımız bazı ufak görgü kurallarıdır. Kurallar, karşılıklı olarak uyumlu sosyal ve ekonomik etkileşimlerin gereksinimlerinden dolayı ortaya çıkarlar.
Protestolarımıza rağmen, kurallar DNA’mıza çok bağlı görünüyor
İnsanlara kısıtlı imkanlar verildiğinde insanlar, o toplumdaki herkesin eşit şekilde daha iyi bir yaşam sürebilmesi için kendi kurallarını oluşturmaya başlar. Örneğin kısıtlı bir imkanda kimin ne kadar su alabileceğini, kimin nerede, ne zaman oturabileceğini kendi aralarında kurallar oluşturmaya başlar. Bu kurallar sadece yöneticiler tarafından icat edilmez bunun yerine genellikle karşılıklı olarak uyumlu sosyal ve ekonomik etkileşimlerin gereksinimlerinden ortaya çıkarlar.
Boğucu, haksız veya basitçe düpedüz anlamsız kuralları devirme dürtüsü tamamen haklıdır. Fakat bazı kurallar ve onlara bağlı kalma eğilimi olmasaydı, toplum hızla pandemoniyuma kayacaktı. Gerçekten de, birçok sosyal bilimci, kuralları yaratma, bunlara bağlı kalma ve uygulama eğilimimizi sosyal ve ekonomik yaşamın temeli olarak görür.
İnsanlar kural ihlallerini cezalandırarak kurallar oluşturup sürdürürken , insan DNA’sına en yakın hayvan olan şempanzeler yapmazlar. Şempanzeler, yiyecekleri çalındığında misilleme yapabilirler, ancak en önemlisi, kurban yakın bir akraba olsa bile genel olarak yiyecek çalmayı cezalandırmazlar.
İnsanlarda, kurallar da erken uygulanır. Deneyler , üç yaşına kadar olan çocuklara oyun oynamak için tamamen keyfi kurallar öğretilebileceğini gösteriyor. Sadece bu değil, bir “kukla” (bir deneyci tarafından kontrol edilen) olay yerine geldiğinde ve kuralları ihlal etmeye başladığında, çocuklar kuklayı eleştirecek ve “Bunu yanlış yapıyorsun!” diyecekler. Hatta kuklaya daha iyisini yapmayı öğretmeye çalışacaklar.
Gerçekten de, protestolarımıza rağmen, kurallar DNA’mızın içine bağlı görünüyor. Aslında, türümüzün keyfi kurallara geçme ve bunları uygulama yeteneği, bir tür olarak başarımız için çok önemlidir . Her birimiz her kuralı sıfırdan haklı çıkarmak zorunda olsaydık (neden bazı ülkelerde soldan, diğerlerinde sağdan sürüyor, neden lütfen ve teşekkür ederiz diyoruz), zihinlerimiz durma noktasına gelirdi. Bunun yerine, çok fazla soru sormadan dil bilimsel ve sosyal normların son derece karmaşık sistemlerini öğrenebiliyoruz. Sadece “işleri burada yapma şeklimizi” özümsüyoruz.
Ama dikkatli olmalıyız. İnsanlar , bazen baskıcı olan davranış kalıplarını güçlü bir birey olduklarını gösterme eğilimi sanabiliyor. Ve “hepimizin yaptığı budur” dan “hepimizin yapması gereken şey”e geçiş oluyor. İyi bilinen bir etik yanılgı olsa da, insan psikolojisine derinden gömülüdür. Ve insanlar keyfi kıyafet kurallarının, dini kuralların uyulması gerektiğinin göreceli bir kavram olduğunu unutup bu kurallara uyulması gerektiği konusunda çok fazla ateşli olabiliyor. Onları korumak için en aşırı cezaları kesebiliyor.
Bir insanın kıyafetini, saç şeklini, dinini, dilini, ırkını herhangi bir özgür düşüncesini kendi kurallarımıza göre yargılayamayız. Bazı kurallar bireysel özgürlüklerimizi kısıtlayabiliyor ve bunlara uymak ne yazık ki bir süre sonra zorunlu hale gelebiliyor. Kurallar daha iyi bir iletişimin daha iyi bir yaşamın ana unsurudur. Ancak baskıcı devletler veya zorba patronlar bu kuralları kendi çıkarlarına göre yönetmeye çalışıyor. Siyasi ideologlar ve dini fanatiklerde buna dahil olabiliyor.
Bireyler ve toplumlar kurallar üzerinde sürekli bir savaşla karşı karşıyadır ve amaçlarına karşı dikkatli olmalıyız. Bu nedenle, evet, bir yürüyen merdiven üzerinde ” sağda durmak ” herkesin işe gidip gelmesini hızlandırabilir. Ancak herkese bariz bir faydası olmayan ve özellikle de ayrımcılık, cezalandırma ve bireysel özgürlüğü kısıtlama amaçlı olanlara dikkat edin.
Bazı kurallar bizim onayımıza dayanır. Ve bizim rızamıza sahip olmayanlar tiranlığın araçları haline gelebilir. Belki de en iyi tavsiye çoğunlukla kurallara uymaktır, ancak her zaman nedenini sormaktır.